“İnceleme videoları” başlıklı oynatma listemin ilk videosunda, internet üzerinden anadili İngilizce olan kişilerle konuşmamızı sağlayan üç farklı uygulamayı incelemiştim. Konuşarak Öğren, Engoo ve Cambly isimli bu uygulamalar, geleneksel speaking derslerinin yerini tutabiliyor ve bu açıdan da işin “pratik” kısmına giriyor. Bu videoda ise “Teori mi yoksa pratik mi daha önemli?” sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.
Yabancı bir dili öğrenme sürecini “teori” ve “pratik” olarak iki ana bölüme ayırabiliriz. Teori kısmında tıpkı benim bu kanalda yayınladığım gramer videolarımda verdiğim bilgilere benzeyen kuralları ve yapı taşlarını öğreniriz. Yani aslında bir bakıma, malzemeleri tanırız ve hangi malzemenin hangisiyle uyumlu olduğunu öğreniriz. Dolayısıyla bunu, işin “mimarlık” kısmı olarak düşünmek mümkün. Pratik kısmında ise kolları sıvayıp işe girişerek, bu malzemeleri üst üste koymaya başlarız. Bu bakımdan, bunu da işin “mühendislik” kısmı olarak düşünmek mümkün.
Peki ama bunlardan hangisi daha önemli; mimarlık mı yoksa mühendislik mi? Dil söz konusu olduğunda insanların ilk amacı konuşabilmek olduğu için, işin uygulama kısmı; yani mühendisliği daha fazla önem kazanıyor. Öte yandan, Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız ve o ülkede ÖSYM adında bir kurumun düzenlediği YDS adında bir sınava tabiyseniz, bu sefer işin teori kısmı daha önemli hale geliyor. Yabancı dil bilgisinin 5 şıkla ölçülebileceğinde ısrar eden bu kurumun düzenlediği sınavlarda teoriye o derece derinlemesine iniliyor ki, anadili İngilizce olan kişiler bile altmışlı rakamlarda kalabiliyor. Kamu kurumlarında ya da özel sektörde işe girerken ilk istenilen şeylerden biri YDS skoru olduğu için de teorisi çok, pratiği yok bir millet haline geliyoruz.
Yabancı bir dilde konuşabilmek, öğrendiğimiz bir enstrümanla konser vermeye benzer. Konser verebilecek aşamaya gelebilmek için bol bol pratik yapmak gerekir. Pratik yapmak ise, hata yapmak ve o hataları en aza indirgemeye çalışmaktır. İşte tam bu noktada bizim ülkemizde baskın olan bir yanılgı devreye giriyor: hatasız konuşma çabası. Aslında bu da 5 şıklı sınav sisteminin bilinçaltımıza kazımış olduğu şeylerden birisi. Bu yanılgı bizde öyle büyük bir hale gelmiş ki, bırakın İngilizceyi, Türkçede bile hatalı telaffuzlara ve yanlış kelime seçimlerine tahammül edemez bir hale gelmişiz. Örneğin ben Samsunlu olmadığım halde, “belli” kelimesini Samsunlular gibi telaffuz ediyormuşum ve bu da Samsunlu olmadığını düşündüğüm bir kitleyi son derece rahatsız ediyormuş.
Tuhaf olan şey ise, telaffuz hatalarını anadili İngilizce olan kişilerin karşısında yaptığımızda bizi yadırgamamaları. İngilizce bu insanların anadili olduğu için, konuşmamızda eksik olan kısımları kendileri tamamlayarak bir şekilde, ne demek istediğimizi zaten anlayabiliyorlar. Dolayısıyla bu tür bir gerginlik yaşamaksızın, bilgimiz dahilinde konuşmaya çalışmak en doğrusu.
Ben, yaparak – yaşayarak öğrenmenin en iyi öğrenme yöntemi olduğunu savunanlardanım. En azından, yabancı bir dili öğrenme söz konusu olduğunda durum kesinlikle böyle. “Peki madem öyle, o kadar gramer videosunu niye yaptınız?” diye de sorabilirsiniz… Yaptım çünkü yaparak – yaşayarak öğrenmenin bile ilk adımı, işin teorisini öğrenmekten geçiyor. Yani bence ikisi bir bütün, ancak bu bütünün büyük bir yarısını pratik oluşturuyor.
Bunu daha somut bir örnekle anlatmak için fizik derslerindeki teori – pratik ilişkisine bakalım. Ülkemizdeki çoğu lisede tam donanımlı fizik laboratuvarları bulunmasına rağmen fizik dersleri genellikle sınıflarda işlenir. Bunun ucu da yine fizik dersi bilgisinin de 5 şıkla ölçülecek olmasına dayanır. Örneğin, bu tür derslerin birinde, kutup ayılarının buzullarda donmadan hayatta kalabilmesinin sebebinin, kürklerinin altında depoladıkları yağdan kaynaklandığı öğretilir. Bu bir soru olarak sınavda sorulduğu zaman da şıklarda bu bilgiyi aramamız söylenir. Tam da bu sebepledir ki, sınav bitip normal hayata döndüğümüzde bu bilgi ya unutulur ya da hiçbir anlam ifade etmeyen, teorik bilgiler çöplüğüne atılır.
Oysaki aynı bilgi, teorik olarak verildikten sonra öğrencilerin kendisinin yapacağı bir deneyle pekiştirilirse somut bir bilgi halini alır ve ömür boyu hafızalardan silinmez.
Bu deneyde kullanılacak malzemeler:
– Suyla dolu geniş bir kap
– Buz kalıpları
– Lateks eldiven
– Margarin
– Öğrenci
Bu deneyde kutup ayısını temsil edecek olan öğrenciden, elini buzlu suya sokması istenir. Bir süre sonra öğrenci dayanamaz ve elini buzlu sudan çeker. Daha sonra aynı öğrenciden eline bir lateks eldiven giymesi istenir. Eldivenin etrafı margarin ile güzelce yağlanır. Öğrenciden elini suya tekrar sokması istenir. Bu sefer öğrenci, elinin üşümediğini fark eder. Bu sayede, kutup ayılarının kürklerinin altındaki yağın, onları soğuktan nasıl koruduğunu somut bir şekilde öğrenmiş olur ve bu bilgiyi hayatı boyunca unutmaz; çünkü kendisi yapıp, deneyip, test etmiştir.
Dilin deneyi ise konuşmaktır. Teoriyi pratiğe dökerken, yani konuşurken kendimize bir hata yapma payı bırakmalıyız. Örneğin, bisiklet sürmeyle ilgili sayfalar dolusu kılavuz okumuş olsak bile bu, bisiklete bindiğimizde düşmeyeceğimizin garantisini vermez. Bisiklet sürmeyi nasıl düşe kalka öğreniyorsak, yabancı bir dili de konuşurken hatalar yaparak öğreniriz. Bu oynatma listesinin bir önceki videosunda Soren ile yaptığım sohbette de bu benzetmeyi yapmıştım ve o da kendi oğlundan bir örnek vererek bunu doğrulamıştı.
Öyleyse kabul ederseniz şimdiki görevinizi söylüyorum: Bir önceki videomda tanıttığım üç uygulamadan herhangi biriyle yaptığınız yeni veya eski bir görüşme kaydınızı Instagram, Facebook, ya da e-mail ile bana gönderin. Videonuzun ismi ise “Türkiye hatalarımı görsün” olsun. Gönderilen her videoyu izleyip, en çok beğendiğim yerlerden alıntı yaparak tek bir video haline getireceğim ve karşılaştırma videoları serimin üçüncü videosu olarak yayınlayacağım. Rezil olacağım diye sakın endişe etmeyin, çünkü hataların öğrenme sürecinin ayrılmaz birer parçası olduğunu artık anlamamız ve bunlardan utanmamamız gerekiyor.
Paylaşımlarınızı merakla bekliyor olacağım.
Hoşçakalın!